Tarihte Bugün: Demokrasinin Kanlı İple Sınanışının Yıl Dönümü
17 Eylül 1961, bir utancın tarihi. Çok partili döneme geçişin ilk izlerinin hissedilmeye başlandığı dönemin zihni kanlı huzur yargıçlarıyla lekelendiği demokratik sürecin başlangıcından sonra hissedilen belki de en kara destanın tarihi. Bilindiği gibi 27 Mayıs”ta cunta tarafından milletin özgürlük ve refahı için yönetime el konulmuştu. İlk fırsatta Demokrat Parti milletvekilleri ve cumhurbaşkanı Bayar yassıadaya gönderildi ve tabi bende şiir tutkusunu hala bir şekilde canlı tutan dizelerin sahibi, üstadım Faruk Nafiz gibi bir kamette bu yargılanmalarla baş etmek zorunda kalmıştı. Belki demokrasinin hayat bulması için bu tarz kara lekelere ihtiyacımız vardı. 3 insan verdik belki ama demokrasinin ayakta kalmasını da sağladık… Vekillerimizi kaybettik ve ordunun mecburi kararlarını uygulamak zorunda kaldık sonrasında, belki, ama… Ama”larla dolu birçok cümle tarih kitaplarında zaten var. Bense siyasetçi değil yazar olarak bir kaç şey yazmalıyım sanki…
17 Eylül”de Türk Halkı adına Türk halkını hiçe sayan ihtilal kokan kanlı eller son sözünü söylemişti. Koskoca başbakan savaş suçlusu hükmü giymişçesine gaddarane bir hükme çarptırılmış ve 3 parça ağaca gerilmiş bir parça ipe korkulu adımlarla yaklaşması ümit edilmişti. Ama hayır, “Ceza Odası”ndan “Doğumhane”ye kendi kararlı adımlarıyla beraberinde taşıdığı Türk halkının hakkı olan demokrasiye gebe düşleride alarak yürüdü… Artık demokrasi cezaevinden çıkarak sancılı bir doğuma koşuyordu. Sezeryanla alınacak bu bebeğin yaşama şansı neredeyse hiçti. Uzman bir doktor, Adnan MENDERES herşeye rağmen bu doğumda kendi kanını sunarak bu bebeğin hayatta kalmasını planlıyordu. Saat 13.27 ve ameliyat başladı. Son sözler dökülmüştü dudaklarından, “Adnan Menderesin ölümü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir.” Bir kehanetti bu… Demokrasi kanlı bir boğazın cansız bedeninden Türkiye”ye doğmuş ve karanlık saatlerini yaşamaya başlamıştı. Kehanet zamanın yakın olduğunu söylüyordu oysaki. Ne cunta buna engel olabilecek ne de tüm ön-yargılı infazlar kimseye kalacaktı. Hatta ölümünün 29. yıldönümünde de büyüyen bebek, vefa borcunu İmralı”da mahkum mezarı olarak unutulan deve vefa borcunu ödeyerek İstanbul Vatan caddesine taşınmasını sağlayacaktı. Bir hain olarak asılan başbakan bir kahraman olarak askerin selamını bulacaktı. 17 Eylül 1990…
Son tanıklar ve son tutuksuz sanıklar hala seyirci… Kehanet yaşıyor, kanlı ipe sarılı bir bedenden sezeryanla alınan demokrasi düşünceleri, kendini saklayan firavunu yine onun sarayında ölüme davet ediyor. Bu kanlı ip belki olmaması gerekendi. Peki ya olmasaydı? Ne Adnan Menderes ne de demokrasi acılar tatmadığı için olgunlaşamayacak hep çocuksu gülüşlerle kalacaktı… Kimbilebilir ki?
Kategoriler: Düşün Dünyası