KIZILGERDANA MERSİYE

Ansızın bahçeme düştüğünde canhıraş bir musiki, bilirim ki eski dostlardan biri ziyarete gelmiştir beni. Nefesim kesilir, kesilmelidir. Zira soluk sesimin dahi dostun sesini incitmemesi gerekir. Derken dostun sessizliği yırtan sesiyle yitik günleri siler varoluşsal tüm güzelliklere kasideler dizeriz. Hele bir de ziyarete gelen “Kızılgerdan”sa sormayın halimizi, düştüğümüz gazellerde…

Neşeyle şarkısını söyler küçük dostum. Hem o kadar neşelidir ki, yerinde duramaz. Daldan dala, nardan nara zıplar durur. Fakat bende bitmek tükenmek bilmez bir özlemdir bıraktığı. Betonun bin bir karanlığıyla boyanmış kayıp doğa içerisinde ruhumun özlemini çektiği ıssızlıkların hüznünü düşürür yüreğime. Zamanda kaybolurum, mekânda kaybolurum. Bazen antik çağlarda dostun göğsünde güneş doğarken yanındayımdır. Bazen tarihin tozları arasında İsa’nın son nefesini taşıdığına şahit olurum. Bazen de Meryem’in yüreğinde gizlediği ninnileri söylerken bulurum. Her karşılaşmamız farklı renkler altında olur. Birlikte geçen günlerimizi sadece gün ışığının renkleriyle ıslatırız.

Bugüne kadar…

Poyraz’ın, günü yüreğine gömdüğü saatlerde, seyir halindeyken yol üzerinde, birden karşıma çıktı. Minik bedeni alçalırken yer küreye doğru, hızla geçen bir aracın camında ömrü soldu. Yüreğine uzandım. Nefesimden küçük bir nefes uzattım. Gelmedi. Hüznün gölgesi kapladı, kızılgerdanı sakladığım gönül bahçemi. Bahçem tarumar, gazeller düştü şimdi en derune.  Bir mersiye çıktı kalemimden, hüzünse saplandı kaldı olduğu yere…

"Sinegahında tevellüd eder şems her seher garibane
Dilsuhte-i terennümünde nağme-i vedâ-yı hazinâne
Har-i cariha-i İsa'dan ab-ı baderengtir sana, atiye 
Büteyra Meryem ehass işitilir, ceyar-ı nahmende"*

Belki bu şekilde ifade edebilirim dizeleri. Fakat “güneşin her seher göğsünde doğması” değil miydi ki günün ilk saatlerinde dünya sokaklarını sesinin titretmesi? Kimdi o saatlerde hayat serüveninin ilk mısralarını yazanlar? Garipler değil miydi? Avuçlarımın arasında sessizliğini duyduğumda bunun bugüne kadar ondan duyduğum en acı türkü olduğunu biliyordum. Hem “Rindlerin Ölümü”nde Yahya Kemal demez mi “Ölüm asude bir bahar ülkesidir rinde”… Yüreği buhurdan gibi tütse de sessizlik çoktan kaplamıştı bedenini. Oysa o İsa’nın acılarını yüklemeyi seçtiğinde İsa’nın kanı göğsüne değmiş göğsündeki kızılla kutsanmıştı. Sesindeki coşkunluğa rağmen hüzün getirmesi, Meryem’in dizlerinde uyuttuğu çocuk İsa’ya söyleyemediği artık söyleyemeyeceği ninnilerden başka ne olabilir ki?

Hoşça kal güzel dost!

Üzdün beni, kafesini burada bırakıp giden her can gibi…


*Günümüz Türkçesiyle:
Göğsünde güneş her gün doğumunda gariplere yaraşacak şekilde doğar
Yaralı gönlünün ötüşünde, hazin bir veda şarkısı var
İsa’yı yaralayan dikenden, hediye edilmiştir sana göğsündeki kızıllık
Tek evladını yitiren Meryem’in sesi, öfkenden göğsünü yırtan sesinde daha yakın işitilir

Kategoriler:   Kalemin Raksı

Yorumlar